Atasözleri sayesinde kadın ve erkeğe verilen roller bir kez
daha belirginleştirilmektedir. Böylece görev ve yükümlülükler görünmez bir sis
gibi insanların üzerinde baskın bir rol oynamaktadır. Pek çok örnek vermek
mümkün. Fakat bizim burada eleştireceğimiz nokta; sözlükler aracılığıyla bu
durumun kaçınılmaz hale sokulmakla birlikte rasyonelleştirilmesidir. Oysa
vereceğimiz örneklerdeki açıklamaların da göstermiş olduğu gibi; kadın ve
erkeğin yapması gerekenler adı altında bireye zorunluluklar yüklenerek yeni bir
şartlandırılmış toplumsal bilinç oluşturulmuştur. Bunu göz ardı etmek mümkün
değildir.
Er olan ekmeğini taştan çıkarır. Çalışkan, namuslu, gücüne
ve kendine güvenen kişi aç kalmaz; başkasına muhtaç olmamak için en zor işlerde
bile çalışır, her zorluğa katlanır, rızkını arayıp bulur.
Ataerkil düzenin kaçınılmaz getirisi olan güçlü ve korumacı
erkek algısı ve bunun karşısında savunmasız, “edilgen” kadın kaybetmeye,
korunmaya, elinden tutulmaya mahkum olarak gösterilmektedir.
Evi ev eden avrat yurdu şen eden devlet. Mutluluk
havası ancak düzenli, temiz, güzel ve ekonomik açıdan rahat bir evde eser. Bunu
sağlayan da kadındır. Eğer
kadın becerikli, tertipli ve nazik değilse, yuva yaşanılır bir yer olmaktan
çıkar. Benzer bir şekilde, içinde yaşanılan yurdu şen eden de devlettir. Eğer devletin başında bulunanlar beceriksiz,
zalim, hain ve kendi çıkarlarını düşünen insanlarsa, bunların ülke insanını
mutlu etmesi düşünülemez.
Yine ataerkil sistemin dayattığı düşünce sistemlerinden
biri de eril ve yetkin olan ile devletin ve güçlerinin bağdaştırılması
yönündedir. Dolayısıyla devlet önünde de kadın ikinci planda olmak
mecburiyetindedir. Beklenen budur. Fakat sosyal hayatta gerçeklik bu görüşü
ortadan kaldırmaktadır. Kadın ve erkek bireydir, insandır ve eşittir. Toplumsal
cinsiyet rolleri reddedilmeli ve cinsiyetçi söylemler yok olmalıdır.
Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder. Akıllı ve
tutumlu kadın kocasını saygınlığını da mal varlığını da artırır. Oynak ve
tutumsuz kadın da kocasını toplum içinde küçük düşürür; yoksulluğa sürükler.
Bunun yanı sıra bir de yuvayı yapan dişi kuştur algısı da
bir dikotomi oluşturmaktadır. Hem kadına kendi özgür iradesi
“bağışlanırmışçasına” bir söylem olmakla birlikte aynı zamanda ikinci planda
olduğu ve bunun yükümlülüklerini unutmaması gerektiği söylenmektedir. Bu tutum
erkek olmadan kadın olamaz ya da erkeksiz kadın bir hiçtir demek gibidir.
Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek olan erkektir. Kadın
ne denli bol, değerli çeyizle gelsin evin bütün eksikliklerini erkek sağlar;
giderlerini erkek karşılar; evi o geçindirir.
Toplum bir yerde kendini kandırmaktadır. Tabi bu yorum
günümüzden bir ses olmakla beraber şu an durduğumuz noktadan bakışımızı
içermektedir. Öyle ki bugüne kadar tüm kadınlar için geçerli olan “kız alınıp
verilmesi” kavramı da yine ataerkil toplum sistemi ve düşüncesinin kadına bakışını
gözler önüne sermektedir.
Tüm bu örnekler dahilinde bir değerlendirme yapacak
olursak; toplum düzeyinde kadına verilen değer ya da bireyi ele almak
istediğimizde kaçınılmazmışçasına yapılan cinsiyet ayrımı ve bireyi cinsiyete
göre değerlendirme alışkanlığının aşılması gerekmektedir. Çok basit bir yerden
konuşacak olursak bu ataerkil söylemi benimsemiş bireylere kendi bakış
açılarından, kendi “soy”larını devam ettiren akrabalarını soralım. Eşleri,
kızları, kız kardeşleri, anneleri… Aslında her şey ortada.
Sadece bulunduğumuz noktadan konuşmaya devam etmek yerine
kısa bir anlığına bile olsa o konumdan çıkıp, dışarıdan bakabilsek pek çok
şeyin ayrımını yapabileceğiz. Bunu görmek ve idrak etmek bu kadar zor olmamalı.
Mevcut düzen içerisinde günümüze gelene dek pek çok
savaşlar ve kıyımlarla yaşamış, mücadele etmiş insanlık, kendine yönelik
söylemeleri kontrol edemediği, alışkanlıkları sürdürmeye devam edip, hiçbir
söylemi sorgulamaksızın sineye çekmeye devam ettiği sürece aydınlık günlerden
çok uzaklara yol almış olacağız.
Bizim mücadelemiz söylemler aracılığıyla eylemlerimizi
“düzeltebilmek”, insanlara olayları ve konuları sorgulamaları gerektiğini
gösterip, benimsetebilmek ve ülke bazında yıllardır süregelen temel sorun;
eğitimi olması gerektiği niteliğe kavuşturabilmek için elimizden ne geliyorsa
yapmak olacaktır.
“Kız gibi” olmaktan utanmayan nesillerin yetişeceği günler
gelmelidir. Böylece bu söylemin çağrıştırdığı anlam da yok olacaktır.
Her gün ölüm haberleri almaya “alışmak”tan söz etmek mümkün
olmamalıdır. Kadın cinayetleri, çocuk gelinler(sapıklık), “seviyordum öldürdüm”
gibi bir mantık söz konusu olamaz. Bunun için toplum bazında bir hareketlenme
ve yeniden oluşum sürecine acilen geçilmesi gerekmektedir. Bunu yapacak olan da
yine toplumdur.
Mine Öztekin
www.dunyalilar.org
No comments:
Post a Comment