Monday, July 22, 2013

“Bütün deliler, bütün serseriler, bütün caniler bir zamanlar çocuktular.” -C.Pavese-



 
Cesare Pavese,

1935-1950 yılları arasında kaleme aldığı günlükleri sayesinde kısa hayat hikayesine misafir olduğunuzda, kasvetli bir karamsarlığın ve içinizi acıtan derin hüznün yanı sıra, hafızanıza kazımaya değer yaşam derslerine, öğütlere de sıkça rastlıyorsunuz.
Yaşama Uğraşı (The business of living) kitabını ‘Sözler değil . Eylem. Artık yazmayacağım’ diyerek bitirmiş ve sekiz gün sonra intihar etmişti.
Kendi verdiği öğütlere uymayı başaramamış, yaşama uğraşından vaz geçmiş olsa da, düşünecek, anlatılacak, tartışacak çok şey bıraktı ardında.
Günlüklerinden:
“Her ceset sen, ben yada biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş bedenine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit yaşan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.”
“Yunan mitleri bize her zaman kendimizin bir parçasıyla, geride bırakmış olduğumuz bir yanımızla savaştığımızı öğretir. Zeus Typhon’a karşı, Apollon Pythona karşı... Aslında savaştığımız, hala bizim bir parçamız, eski benliğimizdir. Her şeyden önce kendimizi özgürlüğe kavuşturmak için savaşırız. Büyük bir nefret duymayan insan ise, savaşmaz.”
“Aynı zamanda sana bir şey öğretmeyen her türlü acı boşuna çekilmiş acıdır. Acı çekmenin ne belalı bir iş olduğunu bildiğin için, bu gerçeği hatırla. Bir yıkımın büyüklüğüne üzüleceğine, onun bir işe yaramayışına üzül. Bir acıya bir hayvan gibi edilgen şekilde katlanmak onu azaltmaz. Bunun yerine, insan bir yıkıma serin kanlılıkla bakıp onun üzerinde derin derin düşünerek onun boşunalığından bir yarar sağlamalı kendine.”
“Zaferin tadını çıkarabilmemiz için ölülerin dirilmesi, yaşlıların gençleşmesi, uzaktaki dostlarımızın dönmesi gerekir. Biz, düşümüzü dar bir çevrede, bizim için bütün dünya sayılan bildik yüzler arasında kurmuştuk; şimdi büyüdüğümüze göre, yaptıklarımızın ve söylediklerimizin yine bu yüzlerde yansımasını isteriz. Oysa onlar yaşlanmış, ölmüş, kayıplara karışmışlardır. Bir daha dönmemecesine. Bu durumda umutsuzca çevremize bakar, bizi yalnız bırakan, ama bizi seven, yaptıklarımıza hayranlık duyacak olan bu küçük dünyayı yeniden yaratmaya çalışırız. Ama böyle bir dünya yoktur artık.”
“Çekilmez olan, sıradan basit bir kültürün bize zorla, kuşların yavrularını besledikleri gibi ve en olumlu kültür olarak benimsetilmesi değil, bunun tek kültür sayılması, dışına çıkıp yeni, keşiflere açık bir dünyadan ona bakma olanağının ortadan kalkmasıdır.”
“Başkaları için, bizden esirgedikleri şeylerin değeri, bizim onlara sahip olma isteğimizin derecesiyle belirlenir büyük ölçüde. Başımızı şöyle bir başka yöne çevirsek, istediklerimize sahip olanlar, onların saklamaya değmeyeceğine karar verip arkamızdan atarlar. “
“Kendini çocukça teslim edişinle kimsenin ilgilenmediğini anladığın zaman sona erer gençlik. Ve iki şekilde gelebilir bu son: ya başkalarının bundan hoşlanmadığını anladığımızda, ya da artık kendimiz bunu sürdüremediğimizde. Zayıf insanlar birinci şekilde yaşlanır, güçlülerse ikinci şekilde”
“Kendimize de, ne düşündüklerini belli etmeyen yüzlerine baktığımız ve anlaşılmaz, dayanılmaz bir güce sahip olduklarını sandığımız yabancılara davrandığımız gibi davranabilseydik. Bunun yerine bütün eksiklerimizi, zayıf yanlarımızı biliyoruz ve içimizden bilinçaltı bir gücün ortaya çıkıp kendine özgü bir incelikle hareket etmesi umuduyla yaşıyoruz.”
“Bu yıl vicdanınla hesaplaşmadıysan, böyle bir hesaplaşma eskisinden çok daha gerekli olduğu için yapmadın bunu. Bir geçiş dönemi içindeydin ve iç yaşantılarını gözden geçirecek bir açık seçiklikten yoksundun.”
“Her tutku, ileride bir hesaplaşma günü olacağı gibi boş bir inancı da birlikte getirir gibidir.”
“Hayatın alaycı yasalarından biri de şudur: Sevilen kişi veren değil, alandır. Sevilen kişi sevmez, çünkü seven, verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur.
Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir kimsemizin olması gerekir.”
“Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil – bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parası kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı budur.”
“En eski tutkuların, çocukluk dönemindeki tutkuların dışında bütün tutkular silinip gider. Çocukluğun hırslı ve şehvetli düşleri bir türlü yatıştırılamaz. Çünkü onları tatmin edebilecek olgunluk çağı, fırsatı kaçırmış, o taze duyarlıktan ve o duyguların ilk ortaya çıktığı dünyadan uzaklaşılmıştır.”
“Alınacak ders hep aynıdır: kendini bırak, acıya dayanmayı öğren. Denemek yiğitliğini gösterip acı çekmek, korkup kaçmaktan yeğdir. Çocuklarda olduğu gibi. Kaldı ki doğa bunu böyle ister, kaçmak korkaklıktır. Sonunda-gördüğün gibi-zararlı çıkan sen olursun.”
“İnanılmaz şeyleri gerçek diye anlatmak eskilerin yöntemi, gerçekleri inanılmaz şeyler gibi anlatmak da yenilerin yöntemidir.”
“Bir daha yalnız sana bağlı olmayan şeyleri ciddiye alma. Aşk, dostluk, ün gibi.”
“Her şeyin bir suretini istemek ne garip bir tutku. Bedene ruhun, geçmişe belleğin, sanat eserine eleştirel değerlendirmenin, insanın kendisine bir çocuğun gerekliliğini düşünme tutkusu. Böyle olmazsa birinci temalar değerinden yitirecekmiş gibi gelir insana.”
“Gurur ve şehvetten meydana gelen bir tutkuda, başkalarını düşünme erdemini aramak gülünçtür.”
“Ama bütün deliler, bütün serseriler, bütün caniler bir zamanlar çocuktular, senin gibi oynamışlardı, gelecekte onları güzel bir şeyin beklediğine inanmışlardı. Daha hepimiz üç yaşındayken, yedi yaşındayken, başımıza henüz hiç bir şey gelmemişken, her şey kalplerimizde uyurken.”
“Şunu her zaman hatırla: Sana hiç kimse bir şey borçlu değil. Kendinde neye hak görüyorsun? Doğduğunda hayat üzerinde herhangi bir iddian var mıydı?”
“Kendini kurtaramayan insanı hiç kimse kurtaramaz.”
“Her türlü zorlamanın boşuna olduğunu anlamak ne büyük bir şey! Benliğimizi açığa çıkartmak, ona uymak, bir başkasıymış gibi onun elinden tutmak, sandığımızdan daha önemli olduğumuza güvenmek yeter bence.” 
ALINTI

Cesare Pavese (d. 9 Eylül 1908 – ö. 27 Ağustos 1950) İtalyan şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen.
Cesare Pavese, ailesinin yazlarını geçirdiği Torino'nun Santa Stefano Belbo köyünde bir memur çocuğu olarak doğdu. Torino Üniversitesi'nde edebiyat okudu. İngiliz ve Amerikan edebiyatına ilgi duydu; bitirme tezini Walt Whitman şiirleri üzerine yazdı. Öğrenimini bitirdikten sonra orta öğrenimini tamamladığı eski okulu Liceo d'Azaglio'da edebiyat ve dil dersleri verdi. Bu dönemde İngiliz ve Amerikan yazarları ile ilgili yazıları La Cultura dergisinde yayınlandı. Daha sonra bir arkadaşının kurduğu Einaudi Yayınevi'nde çalışmaya başladı. 1935'te anti-faşist çalışmaları nedeniyle tutuklandı, 1936'da serbest bırakıldı. Brancaleone Hapishanesi'ndeki bir yılından esinlenerek Carcera (Hapis) romanını yazdı. 1950'de Yalnız Kadınlar Arasında romanı ile İtalya'nın önemli edebiyat ödüllerinden Strega Ödülü'nü aldı. Edebi kariyerinin doruğunda olmasına rağmen özel hayatı karışıktı. Sonu olmayan aşk ilişkileri onu bunaltmıştı. Ödülü aldıktan sonra Torino'daki bir otel odasında bütün özel kâğıtlarını yok edip, 21 adet uyku hapı alarak intihar etti.
İntiharından önceki gün, “Artık sabahı da kaplıyor acı.” diye kısa bir not düştükten sonra 27 Mayıs'ta günlüğüne şunları yazmıştır:
" ’48-’49′daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbirşeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre, girdabın içine girdim; güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: İntihar. " Cesare Pavese – 27 Mayıs 1950

No comments:

Post a Comment